20 Nisan 2012 Cuma

İstanbul Mektupları Kitabı



İÇİNDEKİLER

Önsöz

  1. Arkadaşlarından Y. B.’a (İstanbul’dan Korgan Kapalı Cezaevi / Ordu’ya Tarihsiz) Mektup (2000’ler?)
  2. Yeni Psikiyatristten Eski Psikiyatriste Hasta Hakkında Mektup (Ankara – İstanbul 1987)
  3. Hastadan Eski Psikiyatristine Mektup (Ankara – İstanbul 1987)
  4. İlenç (1990’lar)
  5. M.G.’nin Güncesi (1991)
  6. Z.G.’nin Güncesi (1990)
  7. Özyaşamöyküsü (1962)
  8. Kendine Mektup (1990’lar?)
  9. Bir Azınlıktan Sevgilisine Mektup
  10. E. A.’dan K. K.’a Asker Mektubu (1973)
  11. Anadolulu Fındık Tüccarından Karısına (1946)
  12. Absürd Bir Metin (1984)
  13. Uyuşturucu Deneyimli Metin (1992)
  14. Başlıksız Bir Şiir (1986)
  15. Bir Kadından İlhan Selçuk’a Mektup (1984)
  16. Sıkmabaş Bir Arkadaşından Şeriatçı Bir Gençkıza Mektup (1994)
  17. Bir Kadın Öğretmene Annesinden ve Kızkardeşinden Mektup (1985)
  18. Bir Zabıta Memurundan (Cumhuriyet) Halk Partisi Başkanlığı’na Dilekçe (1960)
  19. Türkiye’de Yaşamış ve Türkçe Bilen Bir Alman’dan Bir Türk’e Mektup (1954)
  20. Çolpan İlhan’ın ve Sadri Alışık’ın Hayranlarından Her İkisine Mektuplar : 3 Adet (1962-1963)
  21. ‘Hey’ Dergisi Aracığıyla Tanışan Bir Kadından Bir Erkeğe Mektup Arkadaşı Mektupları : 3 Adet (1970’ler)
  22. Amcasından Kız Yeğenine Mektup (1939)
  23. Bir Gazeteci-Yazardan (Aslan Tufan’dan) Annesine ve Kızkardeşine Mektup (1958)
  24. İzmir Amerikan Kız Koleji Öğrencisi, Azınlık Bir Gençkızın Güncesi (1939)
  25. Tiyatro Kursu Öğrencisi Bir Gençkızın Güncesi (1984-1986)
  26. Bir Aşk Mektubu (1954)
  27. Bir Genç Erkek Mektubu (2000’ler?)

Dipnotlar

Genel Saptamalar

Sonsöz

Mektupların Görüntüleri


ÖNSÖZ

İstanbul Mektupları 10 yıl zaman almış bir proje.

16 yıldır seyyar kitapçıydım, 16 yıl boyunca sıradan insanların metinlerini, yani güncelerini, mektuplarını, anket defterlerini, karalamalarını,  yazıktırmalarını topladım. Bunları, kitap içlerinden, hurdacılardan, ne topladığımı bilen meslektaşlarımdan buldum. Nadiren de, yazar olmayan birileri güncelerini bana verdi (bilmeden gösterdiler demiyorum,  onları ne yapacağımı bilirlerdi).

16 yıl önce yoktu. Şimdi var: Alternatif ve gayrıresmi tarih arayışları. Bunlar için sıradan insanlarla söyleşiler yapılıyor, fotoğraflar derleniyor. Mektupname de, anlayış olarak onların arasında yer alıyor: 1928-2003 arasındaki Latin Alfabe’li 75 yıllık dönemde, sıradan insanların kendileri tarafından dile getirilmiş öyküleri...

Mektupname, 50 mektup veya başka-benzeri tür metin hacmi düşünülerek tasarlandı. Eldeki 100 civarındaki örnekten, ilk kitapta birarada anlamlı olacaklar seçildi. Yaş, cinsiyet, etni, meslek, vb gözetilmedi. Sıra da gözetilmedi. Eğer varsa tarih konuldu. Eğer yoksa, eldeki bilgi dipnotlarda belirtildi. Genel saptamalar ise, kişisel gözlemlerimdir. Yazar derleme yaparken bile kişiseldir, en azından ben öyleyim.    

(Ağustos 2003)

·           

ŞERH

Walter Benjamin’in benzeri bir çalışmayı, Almanya vatandaşlarının 1783-1883 yılları arasında yazmış olduğu metinlerden derlediği, ‘Almanya İnsanları’ adlı kitabıyla 19. Yüzyıl için yaptığını bir internet taraması sırasında öğrendim. Benjamin’in adını ilk duyduğumda, metinlerine rasladığım ilk eser olan ‘Estetik ve Politika’ derlemesinde, onun bu ürününden söz edilmiyordu. (Ara şerh: A.İ.’nın elyazması bir kopyası ta 1981’de Fransa Bibliyoteği’nde bulunmuş.) Duymuş olsaydım da, ‘Mektupname’yi yine derlerdim. Keşke her yüzyıl ve her ülke için bu çalışma yapılmış olsaydı. Örneğin, 1917’de devrim günü Rusya’daki sıradan insanların günceleri kimsenin tarih bilincinin olmadığını ortaya koyuyor. Bizde, askeri darbeleri öven kişisel mektuplar çok gördüm ve/ya polis teşkilatını yeren emekli polis mektubu gördüm. Tüm bunların tarihsel kayda geçirilmesi gerekli: Gayrıresmi tarihin yazılı versiyonu bu.   

(Mart 2004)





Sevgili Y.

Sana uzun süredir yazamadığım için çok üzgünüm. Ama senin de bildiğin gibi uzun zamandır Irak’taydım. İşler biraz karışık ve yoğundu. Gelince mektubunu aldım. İhtiyaçların için çocuklarla konuştum. Biraz para topladık. Daha sonra tekrar toplayıp göndereceğiz. Çocuklarla uzun zamandır görüşemiyorduk. Onları görmeye bugün çamaşırhaneye geldim. Hepsi seni soruyor. Ben de senden ve mektuplarından bahsediyorum. Herkes seni çok özlemiş. Sen nasılsın? En son mektubunda moralin biraz bozuktu. Umarım şimdi biraz daha düzelmiştir. Artık sayılı günün var unutma. Dışarıda yepyeni bir hayat seni bekliyor. Şimdi çocukların hepsi yanımda. Hepsinin sana çok selamı var. Ağrı, Cem, Onur, Hacı, Efes, hepsi seni çok öpüyor. Devrim’in de çok selamı var.

Şimdi çocukların dediklerini yazıyorum:

Sevgili Kanka’m. Ben Devrim. Sana uzun zamandır yazamadım. Bende adresin yoktu. Senin en kısa zamanda aramızda olmanı bekliyoruz. Seni özledik. Kendine iyi bakmanı, içerideki günlerini iyi ve sağlıklı olmasını dilerim. Sevgilerimle... Gözlerinden öperim. (İmza)

Sevgili Yusuf. Ben Efes. Kusura bakma. Bildiğin gibi, ben de içerideydim. Aramızda biraz para topladık ve sana yolladık. Ben dışarıda olduğum sürece, arkadaşlarla beraber sana yardımımızı esirgemeyeceğiz. Sayılı günler gelip geçer. Herhangi bir sıkıntın olduğu zaman bize bildir. Elimizden geleni yaparız. Kardeşim Yusuf. Bir an önce seni aramızda görmek istiyoruz. Ceza yatan arkadaşlarına sabır ve sağlık dilerim. Gözlerinden öperim. Bize resim gönder. Biz de sana göndereceğiz. Seni seviyoruz. Bütün çocukların ayrı ayrı sana selamları var. Hepsi seni çok özlediler. Kardeşin Efes. (İmza)

Sevgili Yusuf. Ben Ağrı. Seni çok özledim. Hep benle uğraşırdın. Şimdi her yerim ağrıyor. Beşiktaş dün bizi yendi. Pascal ve Sergen çok güzel goller attılar. Sana söz, Beşiktaş atkısı göndereceğim. Sevgiler Ağrı. (Azer Bülbül)

Sevgili Yusuf. Hemşerin Yanık Yılmaz. Seni çok özledim. Bir an önce çıkıp gelmeni istiyorum. Yılmaz seni çok seviyor. Hepinizi Allah kurtarsın. Ben de otodan girmiştim ama çıktım. Paşakapı’da 6 ay yattım. Seni çok seviyoruz. Bir an önce gel.

Bütün çocukların sana çok selamı var gördüğün gibi... Kendine çok iyi bak. Ben biraz daha buralardayım. Sonra tekrar Irak’a gitme ihtimalim var. Tekrar haberleşiriz.

Felicita, Yusuf, Ağrı, Cem, Efes, Devrim, Yılmaz, Sancı hepsi çok selam ediyor. Kendine çok iyi bak. Onur, Hilmi de seni çok öpüyor. Süleyman da seni çok özlemiş.


Doç. Dr. M.Ü.                         (Antet)

Değerli Arkadaşım,

Öncelikle bayramını kutlar, selam ve sevgiyle gözlerinden öperim. Geçen kongreye gelemedin. İstanbul’a gelmeyi düşünüyorum. İnşallah görüşürüz.

Hastanız O.Ç. hakkında verdiğin bilgiler için teşekkür ederim. Sizden oldukça yararlanmış. Ailesi burada olduğu için buraya gelmesi gerekmiş. Ailesi hakkında benden daha çok şey biliyorsun. Burada oldukça ben, İstanbul’a giderse sen yardımcı olmaya çalışırız. 27-28 yaşına gelmiş olmasına karşın, ayağını yere tam basabilmiş değil. Lise dışında bir okul bitirebilmiş, bir beceri kazanabilmiş, bir meslek edinebilmiş, bir işte çalışabilmiş değil. Bundan böyle bir iş ve uğraş edinebilmesi için desteklemek (yetenek ve koşulları içinde) gerekecek. Bağımlı, edilgen, güvensiz yanları belirgin. Yine, sizin de değindiğiniz gibi, gerizekalı kardeşiyle ilgili sorunların etkisi önemli.

Tekrar selamlar, sevgiler, esenlikler.

(İmza)


Sayın T. Bey,                                                   23-6-1987

Öncelikle bana zor günlerimde yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Şu anda iyi sayılırım. M. Bey’e her hafta düzenli gidiyorum. M. Bey’e benim için yazdığınız mektup için de ayrıca teşekkür ederim. Hala biraz karamsarım. Ama gün geçtikçe olayları iyi tarafından görmeyi öğreniyorum. Günlük yaşamaya kendimi alıştırıyorum. İşe bu hafta içerisinde başlayacağım. Bu durum beni biraz korkutuyor ve endişlendiriyor. Oradaki ilişkiler sağlıklı olacak mı? İyi bir izlenim bırakabilecek miyim? Verilen işi iyi yapabilecek miyim? Kısacası işi sevip uyum sağlayabilecek miyim? Bütün bu sorular zihnimi kurcalıyor. Havalar gün geçtikçe daha çok ısınıyor. Yeni işe başlamanın ve uyum sağlamanın stresi ve sıcaklar birarada inşallah kötü etkilemez. Bu sefer işi yarım bırakmayacağım ve direneceğim. İlaçları daima alıyorum. İstanbul’daki gibi huzursuz değilim. Artık bazı şeylerden o kadar korkmuyorum. Özellikle de insanlardan. Ama inşallah iş yerinde bir hata yapmam. Beni yanlış tanımalırndan ve değerlendirmelerinden korkuyorum. İstanbul’dan gelmekle, isabetli bir karar mı verdim bilemiyorum. Aile içi problemler olduğu gibi devam ediyor. Ama beni eskisi gibi etkilemiyor. Akşamları ders çalışıp İstanbul’da iki yıllık meslek okullarına girmek istiyorum. İnşallah olur. T. Bey tekrar bana yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

                                                SAYGILAR


İLENÇ

Allah herşeyi kahretsin.

Boşalıveriyor işte bazen böyle herşey. Herşey, herşey aslında hiçbirşey. Burada olmak istemiyorum, bu şekilde olmak istemiyorum. Gülerek etrafa neş’e ve iyiniyet dağıtmak istemiyorum.

Kıramıyoruz zincirleri. Koparmalıyız, kırıp yok etmeliyiz. Anıları, geçmişi, şimdiyi ve herşeye yeni baştan başlamalıyız, yeni bir dünyada.

Olmadığım halde neşeli gözükmek, istemediğim zamanlarda istemediğim işleri yapmak, sonunda hep aynı yöne, aynı sona ama değişik biçimlerde ulaşan amaçlar peşinde koşmak, koşarmış gibi yapmak. Sahte sevgilerle sevinip, sahte gözyaşları dökmek.

Herşey yenik düştüğünü göstermemek için...

Nefret ettiğin halde yaşamaya devam etmek. Yalnız, kimsesiz, sevgisiz, çiçeksiz.... Sahte sevgiler, sahte insanlar, sahte çiçeklerle... Hangisini seçersen artık... İstemiyorum böyle yaşamak.

Bir deprem yaratmalıyız. Tüm dünya, tüm insanlar, herşey yok olmalı. Sahte olan herşey yok olmalı. Kötü olan herşey, tüm yalanlar, tüm zorlar yok olmalı.

Bir gelecek var. Bomboş bir gelecek. Ama aslında dopdolu. Benim elimde değil onu yönlendirmek. Bu geleceği tüm iyilik, tüm güzellik ve hiç solmayan çiçeklerle doldurmak benim elimde değil!

Öyleyse, neden bomboş görünen ama aslında dopdolu bir gelecek var? Eğer, bu kadar yönlendirilmiş, saptırılmış, bu kadar dopdoluysa, neden bomboş olduğu söyleniyor?

Ne boş, ne dolu...

Amaç nedir? Ulaşmak istenilen son neresi? Umut nedir?

Herşeyin sonu bir kara toprak değil mi?

Neden çiçekleri koparıyoruz öyleyse? Ne istenirse istensin, ulaşılan son kara toprak. Ne başı istemli, ne de sonu kaçınılabilir bu dünyanın... Umut ise, renkli ve koca bir rüya. Gözleri açık kapalı, uyur uyanık, her yerde görülür. Amaç ne öyleyse?

Yıkmak, yaratmak, sevmek, sevilmek, öldürmek, zengin olmak, eğlenmek; hepsi bir amaç değil mi? Ama bunlar sahte. Öyleyse, amaç diye bir şey yok. Amaç sahte bir kavram.

Zaten yaşam sahte.

Yaşam zaman demek. Zaman ne peki? Yok olan bir kavram, zaman yok.

Geçmiş yok. Geçmiş geri dönemez. Yalnızca insanı boğan anılar var. Onlar da gerçek değil; belirsiz, silik. Demek ki geçmiş yok.

Gelecek daha yaşanmamış. Üstelik, ne boş, ne dolu. Hiç gelmeyebilir, hiç yaşanmayabilir. Demek ki gelecek yok.

Şimdi ise, hem geçmiş, hem gelecek. Yani, iki yokla var edilmiş. Yoklarla var olunmaz. Şimdi, hem geçmişin belirsizliği, hem geleceğin güvensizliğidir. Demek ki şimdi de yok.

Öyleyse, zaman yok. Yaşam yok. Yok olanı var etmeye çalışıyoruz.

Mutluluk ne? Özgürlük ne? Olmayan kavramlar, bilinmeyen imgeler.

Sahte bir yaşam yaratmışız biz, olmayanı var gibi göstererek. Sahte insanlarla, ideallerle, imgelerle doldurmuşuz içini. Tüm sahteleri gerçek etmişiz. Sonra bunların sahteliğini unutup inanmışız. Kendimize inanmışız. Ve artık herkes gerçek zannediyor yaşamı. Herkes unuttu yok olduğunu. Bir ölüm kaldı gerçek olan. Bir ölüm sürdürüyor gerçekliğini. amaçlar, sevgiler, sevinçler sahte. Bir ölüm gerçek...

(1990’ların sonu)


GÜNCE

21.5.91

Yukarda bıraktım onu... Ve ardından arayarak, hiç bir yere kıpırdamamasını söyledim.

Ona; ‘sana büyü yaptım’ dedim! Ve kulağının ardına bir elmas sakladığımı, bunu düşünde göreceğini, o zaman büyünün geçerli olacağını ve aslında herşeyin iki tane kirpik parçasına bağlı olduğunu söyledim. Düşler... İşte onun bütün yitirdiği ve benim ona yamamaya çalıştığım.

Ona yalanlar söyleyeceğim, gerçeklerin yalan olmuşluğunu gerçekleyecek ve bir daha gerçeğin adını anmak istemeyecek.

Herşeyin bir düş olması için, sanırım elimden geleni yapmadayım. Çizgisiz mavi gözlerde yitiriyor sanırım gerçek ve gerçeküstü çizgisini... Yumuşak ak ellerde dinlenmede düşler... O bedene ve beyine girememişliklerinde... Evet, yitiremem bu dirençli bedeni, düşlere karşı amansız bir savaş veren bu dayanıklılığı... Tanımlayamamakta varlığı kendini... Hatta zaman zaman kayıp gitme endişesinde... O Jerusalem! Ve ses tellerindeki çatlaklanma... Jerusalem... Le Silance... Kuzey Afrika kıyılarının koyu tenli çekiciliği ve maviliğine sığınan gözlerinin... Ne olur al onları, geri çevirme... Ne olur, geri çevirme sana yüklenilenleri... Ne olur iki kirpik...

Sığındığım koca bir sessizlik, ardında öyle çaresiz ve keskin. Geri çevirme sana yüklenilenleri iki kirpik, bütün güçler sende...

Ve ben sığındığım bu beyaz duvar dibinde, o iki kirpiğin beni duyacağından emin... Ver iki elini...

Oralarda durmuş, bir sessizliğe şimdi tepkim, ne yapacağımı ve ne edeceğimi bilemediğim, çaresizleştiğim o sessizliğe tepkim!... Ve kaybetmişliğimden pişmanlık duymadığım bir şeyleri geri getirmek değil arayışım...

Siyah bir akışkanlığa yakışan beyaz ışıltılardan işte... Gün doğmasa...


GÜNCE                                   1990

Canım tatlı birşeyler istiyor.

Büyük buzlu camın perdelerini açtım.

Hep su kenarlarından yürüdük. Bugün fena bir uyuşukluk baş gösterdi. Bekliyorum. Çok yürekten inandığım bir karşılaşmayı bekler gibiyim.

Bacak tüylerim çıkıyor. Dün akşamüstü gökyüzü inanılmaz bir rentteydi.

Uyuyamıyorum. Susuzluk.

Şimdi hiç düşünemeyeceğim birşey yapanlar var mıdır?

İçimde o tenhalık.

Yorgunum ve mutluyum.

Sanki dışarısı çok uğultuluymuş gibi geliyor. Yıkanmış tenin çocuk kokusu.

Mavi saçlı iyilik cini. Dönerek giden deve cini. Sanki bitirilmeye çalışılıyormuş gibi kullanılan bu kalem.

Herkesin bir sevgilisi olabilir mi?

Hiç kimse olmadan görmeli gündoğumunu / günbatımını. Sadece o kuşlar ve o gümüşi kutsallık.

Bugün geçmişimi duvara raptiyeledim. Çok sıcak.

Koyu kahve. Rahmaninof. Kuzeyde dağlar var. Sonuna kadar yaşayıp gideceğim burada. Şimdi çılgın kuş bağırtılarının mevsimi artık. Güneş pencerede.

Rüzgar içeri giriyor.

Gözüm kaşınıyor. Gece geliyor. Kalkıp kapıyı açıyorum.

Bugün hava biraz serinledi.

Bazen herşey çok garip geliyor.

Gebericem bugün.

Bizim ikimizi yanyana getirsinler. İşte yağmur. Geç gecelerden biri. Yağmur başladı gene. Bu kadar yeter.


ÖZYAŞAMÖYKÜSÜ

M.A.’ya aittir. D. 1945. Yozgat.

Bu satırlarda başımdan geçenleri heyecanla okuyacaksınız.

Anlatan: M.A. Yazan: A.Y.

Sene 949. Yaşım 4. Annem ölmüş bulunuyor. Şimdi dünyada yapayalnızım. Babam şimdi bana bir üvey anne almış bulunuyor. Annem 13 yaşında. Üvey annem beni çok hırpalıyor. Aradan bir sene geçti. Babam ayrıldı. Ve beni Kayseri’ye anneannem olacak kadının yanına yolladı. Anneannem beni evlatlık bir eve verdi. Yaş 6.

Babam beni evlatlıktan aldı. Babam 3 defa evlendi. Hiç durmadan cefa çekiyordum. Zamanı geliyor, aç susuz sokaklarda kalıyordum. Babam hapise girmiş bulunuyor. Benim de okula gitme çağım gelmişti. Abim bir kitap bir kalem almıştı. Ben de okula gidicem diye çok seviniyordum. Fakat her şey boş çıktı. Babam göndermemişti.

Yaş 8. Babam bizi Bahçelievler’de biryere evlatlık vermişti. Tabi küçük olduğum için bana iş yaptırmak istiyorlar. Ben de yapamadığım için dayak atıyorlardı. Babam 4. defa evleniyordu. Yine beni yanına aldı. Tekrar bir yere verdi. Çocukları yoktu. 2 kişilerdi. Babam 2 bir geliyor, ne yapıyor diye bakıyordu. Ağzımdan kan getirircesine dövüyordu. Burda da bir kaç sene çektim.

Yaş 10. Babam yine yanına aldı beni. Eli maşalı bir üvey anne vardı. ankara’da hamam önünde oturuyorduk bir odanın içinde. Cadı gibi bir kadın hemen elimdekilere saldırdı. Ertesi günü dayakla iş yapmaya başladık. Geçinemedik diye işe verdiler.

Yeş 11. Babam beni bir hastaya, yani felçli bir kadına bakmak işine verdi. Evde 10 kişiydiler. Ertesi günü 10 kişinin işi bana kalmıştı. 4 sene o vaziyeti çekmiştim.

Ondan sonra babam beni yanına almıştı beni birisine sözlemişlerdi herşeyim alınmıştı. Nikah muamelesi yapılacaktı. Sonra vazgeçtiler. Kendi dairesinde çalışan bir adamın oğluna beni sözledi. Ben bunları hiç istemiyordum. evden kurtulmak için iyi kötü bende bile bile gidiyordum.

Yaş ... Üç ay nişan ... Nikahlandım. D... ...lığı yapıyorduk. ... hazırdı. Ankara ... salonunu tuttuk. Çok üzüntülüydüm. 17 Aralık d... tarihim. Abilerim ...larımı düğünüme ... Birisi gelmedi. Bir ablam eniştem vardı. Ablam 2 bilezik tak... Evlendiğim adam her ... ...dı. Bir evde yedi kişiydik. Geçinemiyorduk. 1 sene oturduk. (Noktalı yerler yırtılan sayfayla birlikte yiten bölümler.)

Ayrıldım. Yine babamın yanına geldim. Makarna fabrikasına girdim. 1 sene çalıştım. (Bu cümlenin üstü tümüyle karalanmış.) Birdenbire aniden bayıldım. İşçi sigortalarına kaldırmışlar. 15 gün yatmıştım. İstanbul’a tayin ettiler. Sultanahmet’teki hastaneye yattım. Ondan sonra Guraba’ya yattım. Tedavim yapıldı. Samatya’ya yattım. Ameliyat oldum. Ordan eski işime Ankara’ya döndüm. 2 ay kaldım. Babam yine mi geldin git kardeşin baksın sana dedi. Evden kovdular. Ev sahibinin yanında kaldım. Askerdeki abime telgraf çektim. aldı beni buraya getirdi. Yıldız’da evlatlık.

Yaş 18. 22.8.962. Geldiğim gün bizim evsahibinin kızı Asiye ile odayı temizledik. İyi bir arkadaş olmuştuk. Tedavim için hastaneye gidiyorum diye Yıldız sinemasına gidiyorduk. Bir gün ev sahibine misafir geldi. 5 kişilerdi. Karar verdik. Abimden izin aldık. Yıldız Parkı’na gittik. Fakat somurtan ve kıskanç insanlardı. Nasıl gittiğimizi anlamadık. Asiye’yle şarkı söyledik. Biz topluluğu eğlendirdik. Karnımız zil çalıyordu. Kaymakamlığın bahçesine gittik. Deniz havası aldık. Ordan eve geldik. Pestilimiz çıkmıştı. Çünki yolu kestirme diye arka yoldan götürdüler. Yol çok uzundu.

Hastalandım. Guraba’ya yattım. Asiyeler beni ziyarete geldiler. 15 gün sonra çıktım. Asiye’yle maskaralık yapmaya başladık.

26.8.962. Pazar. Karşımızda bir gecekonduyu yıkıyorlar. 4 belediyeci gelmişti. Onları seyrettik. Hem güldük hem ağladık. Ağbimin evde olmasına rağmen gene gittik. Amcamın oğlu Refik’le kavga yaptık. Hastaneden çıkınca Gülten’den mektup geldi. Çok sevindim. Bende cevabımı yazdım. Pazar akşamı evsahibi ile abim bizi Şemsi Paşa’ya götürdü çok eğlendik.

28.8.962. Salı. Abimle atıştık. Çünki onula geçinemiyorduk.

25.12.962. Pazar. Beni istemeye geldiler. Mustafa abiler. Dayak yedim Refik’ten Asiye’lerin evinde. Ertesi günü için gün verdiler. Pazartesi günü istediler. Verdi abim. Alınacakları liste yaptılar. 28’de çarşıya çıktık  ve aldık. 2.12.962 günü nişan yaptık. Şimdiki halde nişanlıyım. Ayın 4 de nişanlım abim Ben Adliye’ye gittik.

8/2/963 Cuma günü soğuk bir havada nikah dairesine gittik. Eve geldikten sonra akşam eğlendik.


Sevgili Cemal,

Bu resmi evin bir köşesine iliştirecektim ama iş sana düştü. Telefondaki yaz düşümüze çok yakın geldi bir an.

Yukarda kendi adımı görünce garip oluyorum. Kendi kendimle konuştuğum çok olur ama yazışmak... ‘Her neyse’ deyip geçiyorum.

Bugün 10 Nisan. Geleli beri, Berlin de bir garip. Tüm şehirler bitiyor. Senin cuma geceni merak ediyorum. İyi birşeyler yaşamanı, yaşamayı kin dolu bir duyguyla öylesine çok istiyorum, istedim ki galiba onun da bir anlamı kalmayacak yakında... ‘Neyse’ deyip, bunu da... Delik deşik olmadan yine bi göbek atsak...

Sevgiler Cemal


Sevgılım Etıennecığım,

Dun mektupu aldım çok şevindim çünkü çok bekliyordum anneme gittiğinı şevındım ve Ande yatığı istedı yazıyorsun

bubı bana mektup yazdığına çok sevındım nasıl onldu ama bende kendım seyı hıç bışe olmadım yalnız çocuklar için size çok düşünüyorum ana günler yaklaşıyor biraz acıyorum nasıl bu güzel yerler brakacagın ve şerbeşlık burda hiç bozmam. Dün Kzein bana bir tavernaya getırdıler çok güzel idi güzel italıan şarkılar vardır çok sevındım ve akşama şaat 2 döndük banra koşe kadar götürdüler ve ben yalnız gittim burda hiç kımşe dokunmuyorlar yalnız bıraz laf atarlar oda gıbarca kuklamu derler buna bir güzel şeyder burda akşamlar çok güzeldirokadar işıklar var zanadıyorsun gündüzdur Küçük Fredi çok iyidir bana çok düşkündür ama ben gidersem Maroya çok kalır bana git şöyliyor hiç aramaz Maroya çok seviyor Maro ve Mano Frediye çok şeviyo akşamlar şinema koyıyorlar geldiğimde gün bir gün ağlamadı çünkü ona epsi bir kucak obir kucaktadır bakalım gelınce ne yapacak size hiç aramaz böyle güeyler hiç bır zaman görmedı her gun sokağa burda lunapark ve güzel parklar var her gun geziyor hava çok güzeldir Andreya ya çok söyleme çünkü kışbanır M Marıkaya Cumartesiden hiç görmedim belkide kızdılar ama bende hiç gitmiyecegın. ben ne şöylerşen inanmazlar onlar zanetıler yalnız musamba 400 yapıyor onlar delidiler onun ıçın o gelmese ben hiç gtımıyeceğim Cuma günu Francı gidiyor senin muşanba gönderceğim oda Maroya göturecek ben gitmıyeceğim onlar çok nefret ettim. etienne Maryanaya bir kutu şeker al geter hıç düşünme senin işler nasıl ben iyileştim bazı bazı baş ağrısı var ama çok za çok gezerım fakat gene rahat değilım size düşünüyorum Dun Aspasıa geldi bir büyuk bohco boş getirdı Basılıye getirecegım Kostanın Andresi budur

Averof  31 Yunanistan 103

Çocuklara çok iyi bak hiç dövme Atimıla çok çalışkandır dun mektepe gittim sınıftan girmeden evel bütün çocuklara bahçede sıra koyuyorlar ve epsı beraber dua ediyorlar.

ben görunce çok sevindim bizim biraz da yokarda güzel Katolik eklısıa var gittim çok güzeldır, Ermıonının evı asada korneri oturuyor yok sofra Amurı ve kızı Karnerı Amurı görsen zaneteceksın 30 yaşındadır kaliba onları parası var. ben gene size yazacıgım Şok selam Teboya Sil Albına Patena Elenıca ve çocuklara öp Manal Maro ve çocuklar ve M Mutevelı selam

Seni öpen Fula


Dostum Kel,               14 . Tem. 1973

Önce ağzına sıçtığımdan başlıyarak bütün küfürleri sıralamak isterim. Onun yerine ‘inşallah içemezsin’ diye beddua edeyim, daha iyi herhalde...

Ulan hayvan. Benim aile ilişkilerimin nasıl olduğunu biliyorsun. (Gerekli şekilde, ne kendimi, ne de onları eğittiğimden, başıma bunlar geliyor ya.) O durumda nasıl olur da, bizimkilere uğramazsın, benden haber alamayınca, telaşa kapılmışlar. Bir de üstelik, anam hastalanınca, seyreyle festivali.

Benim geçen ay ve bu ayın başında Çanakkale’de olmadığımı biliyorsun. Biliyorum Kordon’da kafayı çekmek (denize karşı), Ayvalık’ta denize girmek, Edremit’te balık yemek, Burdur’da göl sefası sürüp, İstanbul’da randevu evlerini dolaşmak çok yorucu ama ne yaparsın vazife işte. Ayrıca Paris-Frankfurt-Oslo ve Cape Town arasında uçakla bile olsa dolaşmak çok yorucu ama ne yaparsın vazife işte anasını sikim. (Senin hastanedeki Sedat’ın arkadaşı gibi, ben de hep vazife uğruna katlanıyorum.) Olmuyor insanı bırakmıyorlar, kah Şeker genel müdürü Burdur’da bekliyor, kah Tekel genel müdürü İstanbul’da randevu veriyor. Gitmesen olmaz. İşte ben de çarnaçar, işter istemez gidiyorum. (Şaka bir tarafa bu seyahatlerin anamı siktiği bir gerçek.)

Şimdi hastanedeyim. (Bir hafta oldu bugün.) Hiç bir şeyim yok. Sadece doktor, Ankara’dan arkadaş çıktı, ‘gel, seni yatırayım, hem dinlen, hem de peşine istirahat vermek için yüzümüz olsun’ dedi. Ben de yatıyorum anasını satim. Tahminim, 1 hafta veya 10 gün bir istirahat alıp, önümüzdeki pazartesi taburcu olacağım. Kaçabilirsem, Ankara’ya gelirim ama zor (zira ‘izinsiz garnizon terki’ olacak). Olmazsa artık bir daha Ankara’ya görev çıkarsa o zaman gelirim.

Çok daha geniş mektup düşündüğümden mektubumu geciktirdim. O yüzden bunu da kısa kesiyorum. Geniş mektubumu bekle. Yılmaz – Berna – Devrim – Ülgün – Berna - Deniz’in gözlerinden öperim.

Merak etme. İyiyim. Gözlerinden öperim.

Kardeşin


                                                safranbolu

                                                17/9/946

Sevğili karım

fındıkları arabaci teslim almiş ama buraya hepsini getirmemiş iki çuval getirmiş zaten fazla navlun vermemek içün şekerci parça parça getir demiş dün hep tartmak içün gittiğimde anladim halbuki ben size yazzdığım gibi pazarlık edüp hep birden parasini alarak geleceğimi yazmişdim iki çuval geldi digerleri buhafta gelecek sen pazartesi gel deyince bende vaziyetinizi bildiğimden size ondan avans yüzlira aldım yollamaparasinida postayaben verdim tellettim derken bu gün aci bir mektubünü şofor verdi başimdan vurulmuşa döndüm ricaederim bana aci yazma bende isanim bazi tahammül edemez ben burada busene çok üzüntülü kalbım burğulu yaşarken iğneye de tahammül edemez oldum sana yalvardim biliyorsun ki tahammül edemez hala geliyorum yine sizin çektiğiniz iztirap ve tahammülü hatirlayarak boş veriyor yine sevğimi artiriyorum yavrum sen alabildiğin kadar yiyecekleri ve hatta eşyayi götür mazanin anahtarini bakkal irfana bırak acele git ben geldiğimde anahtari ondan alırım size yazdığım gibi çocukları yerleştir güngörü mektebe başlat sana ben para gönderirim burayagelir üç gün içinde kıymayı yapar gidersin hemde paltolarınızın sana ait olanı yapdiriri kızınkinide komaşını götürürsün ben fındıkları 70 kuruşaverebilirsem epeyce para edecek kendime onpara harcamam sonra istanbulda fındıklıdaki ev işi olacak siz orayagidince oekmekçi mustafa akyolu bul sana evvelce yolladığım adres puslasini bana tavsiye eden akverenli memet emin korku yazdı oyazıyı bilir bende ekmekci ayricayazdım herhalde size ev bulmuş olacak benden aldığı izahatagöre henüz cevabi gelmedi sen bana hareketini iki satir telle bildirde yumurta yetişdire bilirsem göndereceğim çünki ymurta burada 4 kuruşa alınıyor cumagünü aliniyor cumartesi arabaya veririm pazartesi sizi bulur ama siz ovakta kadar giderseniz ben kendim zonğuldakdan gidenlerle yolarim ben benim akrabalarımın yalanız akraba olduklarını ve candan olmadıklarını bilirdim senin temiz kalbın olmasa onlara selam verecek vaziyette bile olmazdın ne ise dosta duşmana karşı tahhüm et yavrum inşa allah bir yerde aç bile kalsak buisene birleşmye kaarverdim - - sen ve çocuklarım sağ olsun ben geleli işim çok fazla yemem içmemde şöyle böyle bu sene üzümde az olduğundan hep para ile alıyorum dün iki kilü aldım bugünde yiyeceşğim yavrum sana allah sabırlık versun beraber yaşayalım

şimdilik bukadarla iktifa eder sevğile hepnizi kocaklarım

sızi özleyen

kocaniz ve babanız

(İmza)


GÜNCE

12. Temmuz 84 bir psikiyatristin soyunma odasındaki resim, çerçevesi gri yeşilin üzerinden bir kat beyaz, bir kat siyah boyaya geçmişler artık gri, psikiyatrist kafasını fırının içine sokmuş yanlışlıkla fırına koyduğu ve döktüğü uyuşturucu ilaçlarını yalamakla megul, havagazı açık resmin denizi çok çirkin, beyaz balina sesi duyulmuyor, zaten balina da beyaz değilmiş, vapurlardan hatta iskelelerden bile büyük olduğundan zayıflama gerektiğine karar verilmiş psikiyatrist balinaya yazdığı reçetenin  aslını (kopyasını Galata Köprüsünde balinaya gülümseyen hatta ona yemek atan izleyicilere bir de balinanın kendisine vermiş, ama balina hem denizde olduğundan hem de üzerine işediğinden reçeteyi ıslatmış) neyse psikiyatrist aslını sürücü belgesinin yanına çerçevletmeden duvara çiviletmiş. Şimdi ben hiçbirşey anlamadım, teşekkürler.


GÜNLÜK TUTANAK (FİZİBİLİTE RAPORU)

Az önce eve zar zor ve havle giriverdik. Üçümüz, yari Sarı Ertan ve ben, emre kadın’ın yatağına üstüste istiflendik. En içten gelen sapık arzularımızla pek bir şey yaptık sayılmaz. Sonra... Ertan beni çağırdı. Gitmem gerek. Ben onun kulu kölesi...

Salaklık. Niye gitmem gerekmiş. Gidirim, giderim, güdürüm, kime ne... En ben olan ben. Yeşili patlatmak falan istemiyorum. Kahverengi gecede Uzlaşalım. Sekişmekten yeğdir.

hani bir varmış bir yokmuşqq

QQQXWwwq

FAIRGROUND ATTRACTION %

Practising, practising, practising...

Enduring, enduring, enduring...

I love Quakers, ‘cause they love me. Buü I don’t know any of them. None.

xxxxxxxxxxxxxxxx

Seni kifayetsiz seni. Sen biliyordun kelimelerin de, yaşam denen hayatın da kifayetsizliğini. Öyleyse öl (ünlem) Ama ben anlamayı istemiyorum. A-n-l-a-m-a-y-a-c-a-ğ-ı-m. Yani anlamam dedim. Diye...

Avla acını Ve al başına çal.

Boudlairededi salak. Sonra beyaza beyazla yazamazsın dangalak... Dedi.

Bir gün ölüyü öldüm. Haketmişti bunu. Seviyi sevmiyordu çünkü. Devi devridiğimi de bilmiyordu. Evi evirdiğimi de... Ama ben yapmıştım. Yaptığımı bile bile hemde. İnanmasaydı keşke. Çünkü yalandı. Yalanlarda olmasa neye inanırdık. Iguanalara mı?



BAŞLIKSIZ ŞİİR

8 Nisan 1986
                        s: 10.05, Kızıltopr. salonda

Sözüm sana yalnızlığım.
İlkbaharın puslu havasına kalkışım
Güneşiyle ısınmaya çabalayışım
Hepsindede yalnızım.

Uzaktan uzağa seslenişler.
Bir çift masum sözcükler
Up uzun gelen günlerde
Sözüm sana yalnızlığım.

(İki satır yazılıp, üstü tümüyle karalanmış.)

Cıvıldayan kuşlarla
Masmivi gökyüzüyle ben burada
Belki sen orada keçilerinle
Yaşarsın yalnızlığı, ayları.

Az kaldı ayrılık az kaldı.
Yazın telli duvaklı
Yazın coşkulu
Yazın bir kaç ötemde nanba
Sözüm sana yalnızlığımız
Artık can çekişiyorsun.


                                                23/02/984

Zavallı İlhan Selçuk

Kurtulamıyacaksın elimden. Bak geldi işte ikincisi ve de gelecek beşincisi, yedincisi.

                        x x x

                                                10.02.84

Güzelim gölümü sis bürümüş bugün. Güzeli iyi iyi göremiyorum. Fakat aynı sesleri duyuyuorum. Kahvenin hergünkü kasetini kasdetmiyorum. Ördekleri yine duyuyorum. Sesleri sisli değil hem de. Aynı aynı biraz cırtlak ötüyorlar yine. Yoksa var mı sis selerinde, olduğu gibi benim içimde. Hissedemiyor muyum yoksa onu. Ama hayır, ördekler güzel güzel, aynı aynı ötüyorlar, cırtlak ötecekler, değişmiyecek hiçbirşeyleri, alışkanlıkları ve ta ölene kadar kendi kendilerine, içgüdüleri. Bizde olduğu gibi buralarda kimse öldürmüyor, öldürmiyecek ve hayatları sürüp gidecek, dalıp kapacaklar küçücük balıkları, yiyecekler ve kompyütürde proğramlanmış gibi hayatlarını sürdürecekler, gidecekler, uzanacaklar sonsuzluğa, yumurtalardan aynı aynı çıkan, biraz cırtlak öten ördekler.

Ya ben ne olacağım Selçuk, ya sen? Tarsus Kolejinde benim çocuğum, var mı senin bir küçüğün? 16 yaşında, gözleri pırıl pırıl bakıyor etrafa. Baharında olmanın coşkusuyla arıyor, buluyor ve herşeyi yeni yeni görüyor. Ya varsa seninki ne yapıyor? Bilemem seninkini ama çok iyi biliyorum benimkini. Zengin anasının kucağında, bensiz, duydu durmadan para, Amerika Avrupa ve yine yine para para. Ben olmıyacak benimki, tümden başka şey bambaşka. Oldu olacağını seninki belki, istemez ki herkes, söylensin herşey, yabancıya bir daha.

Sana karışamam Selçuk ya ben ne olacağım bilmiyorum. Bilemiyorum bir türlü, gölüm gibi içimi de sis sarmış şimdi, açılacak mı bu sis tahmin edemiyorum. Sıkılıyorum, patlıyorum, bazan günde on defa ölüyorum, ne yazık ki tekrar diriliyorum. Sene sene boyu bir haber bekliyorum, gelmediğine üzülüyorum, sonra gelmediğine bu defa seviniyor, vallahi seviniyorum, sonra yine tekrar üzülüyorum. Rüyalar görüyorum yatakta ve ayakta, aynisine bir defa seviniyorum, iki defa üzülüyorum, sonra yine bir defa üzülüyor ve beş defa seviniyorum. Ayni anda üzülüyorum, seviniyorum, üzülüyorum ve patlıyorum Selçuk patlıyorum. Görüyorsun ne biçim sis bürümüş içimi, hiçbirşey göremiyorum. Beynimi çok çok dinlerdim şimdi hiç duyamıyorum. Gözlerim görürdü onu, seni, şimdi hatta beni hiç bulamıyorum. Her tada uzanırdı istekle dudukalarım, şimdi kuru kurular, boşuna gayretim artık uzatamıyorum. Duyamıyorum, göremiyorum, tadamıyorum, yaşayamıyorum Selçuk yaşayamıyorum.

Ah ellerim, canım ellerim, hayat boyu hiç ama hiç kavga etmemiş, bir tokat bile şaklatmamış, sevgi ve istekle avuçlara uzanmış ve tatlı tatlı sıkışmış olan ellerim, sizleri de artık anlamıyorum. Belki de eriyorum, azalıyorum, yok yok oluyorum ama yine de ölemiyorum.

Ellerim, canım ellerim ne olur söyleyin bana ben ne oluyorum?

Onu aldınız, imzalıyarak kırmızı bir kağıdı, bana uzattınız,ama açmak lazımdı açtınız ve yine uzattınız,gözlerime gözlerime soktunuz, gör dediniz, oku dediniz, doğayım yine istediniz, sabrettiniz, beklediniz, yine göreyim istediniz, didindiniz, beklediniz, yine uğraştınız, sabrettiniz, istediniz.

Benim canım ellerim, içimi sis bürümüş çok koyu, yiyemiyeceğim gibi artık bu boku. İçinde biraz cırtlak öten ördeklerin kaynaştığı, kompyütürde proğramlanmış uzun uzun hayatı yaşadığı, güzelim gölümü bürüyen sis değil bu.

Başka birşey, başka bambaşka; acı, yakıcı, yıkıcı. Benim canım, güzel ellerim, hayat boyu fiske atmamış ellerim, bilirmisiniz ne demektir, oluk gibi akan kardeş kanı? Ne demek oluk gibi, Sabra’da Şatila’da seller gibi gürül gürül aktı, bürüdü sıcak buharları, kokusu sardı her yanı. öldürdü benim gibi, yaşamak isteyen, hakikaten yaşayan insanları.

Benim canım, güzel ellerim, hayat boyu tokat atmamış, sevgi ile tokalaşmış ellerim, tanır bilirmisiniz İsrail7le Amerika’yı ve oradaki Begin’i Şamir’i ve bir de Regan’ı? Bir numarayı almış sonuncu sınıf insanı? Gemisinde dolu duran 41 lik topları? Bilir tanır mısınız, patlayınca duyarmısınız onları? Görürmüsünüz parça parça akan beyinleri, sel gibi kırmızı kanları? Anlarmısınız başkentlerde, hatta Kremlin’de, seyrederek katliamları, bol nutuklu göt büyüten, göbeği de büyük insanları?

Hayır ise cevabınız, var mı hakkınız, niçin nasıl sorarsınız?

İşte ben böyle eririm, yok yok olurum ve sonunda bekliyorum ne zaman ölürüm.

Hayır, hayır, istemiyorum erimeği, yok olmağı, ne de ölmeği. Dün televizyonda gördüm Amerika kökenli katil köpekleri, helikopterlerle havlıyarak kaçıyorlardı geri geri.

Hayır canım, güzel ellerim istemiyorum artık ölmeği, istiyorum oralara gitmeği, kırmızı kandan bel yataklarında insan insan yükselenleri görmeği, onları sarmayı, okşamayı, sevmeği, öpmeği. Hazır olun canım, güzel ellerim, uzanın, kavrayın tekrar her güzeli, ölmenin kalmadı artık hiç ama hiç gereği. Pis pas kaplamış her yanını sizinkinin, kabul edin önce hor görülmeği, el tersiyle itilmeği. Reddetmiyecekler sonunda, güzel görecekler yine de kirli paslı içimizde kabaran isteği. onlar gibi olamayız artık ama olacağız insan adayı.

Güzelim gölümü hala sis bürümüş yine biraz cırtlak ötüyor ördekler. Evet hep böyle ölecekler. dertleşerek uzaktan benim gibilerle, belki birgün, komşu kahvenin penceresinde insanların ne olduğunu anlayacaklar. Dalabilirlerse ona da derin derin, yazık kahredecekler, yapamazlar o kadarını allahtan fakat emenim bol bol gülcekler. artık bana değil, beni sadece özleyecekler.

Kıpırdadı içimde birşeyler ölmem artık yaşarım, seviyorum çünkü seni, beyni kanı akan insanım, yalnız sensin artık sevgilim, herşeyim, beni bırakamıyan canım, değişmesin ne olur bir daha kanım:

Uzanamıyacak daha bize bize katiller ve hatta ısıramıyacak bizi artık değil mi köpekler?


Sevgili Fethiye,

Allahın Selamı Üzerinde Olsun...

Senden önce yazmayı istiyordum Neden acele ettin? Beynimde kaç kere yaptım provasını mektupların. Ama her mektubun başında “yüreğimde bir garip, bir öksüz, bir yetim ağladı da sen geldin aklıma” vardı. Neyse, gene de yazdım. Şunu bil ki teypte ve yüreğimde bir garip, bir öksüz, bir yetim ağladıkça sen geleceksin aklıma.

Sana dört tane mektup yazdım. Tabii ki yollamadım. Utandım. Ya yazdıklarımı saçma bulursan... İster ayıpla, ister kız, bunu yollayacağım. Artık dayanamıyorum. Konuşacak hiç kimse yok. Yazacak da yoktu. Utanıyordum...

Kızı götürdüler. (Bir cümle karalanmış.) Aklıma geldikçe ağlıyorum. Onu çok seviyorum.

Bana çok kötü şeyler oluyor. Deliriyor gibiyim. Dayanamıyacağım. Nefes alırken havasız kalıyorum.

Yalnız kızı götürmeleri değil mesele. Başka şeyler de var ama bilmiyorum.

“Bazı kelimelerini anlar olduğu gibi bir ayet yıldırım gibi kalbini yaktı:

“- Allah, hiçbir nefse gücünden fazlasını yüklemez.”

Derin bir nefes aldı. Kurtulmuş muydu yoksa. Madem yükü bu kadar ağırdı, demek onu çekecek güce de sahipti. Müthiş bir iftihar duygusu içinde devleşmişti sanki.”

Madem yüküm bu kadar ağır, demek onu çekecek güce de sahibim. Ama arabam nerede ve yüküm ne?...

Seni ilk mektupta sıkmak istemiyordum. Özür dilerim.

Esin ve Filiz... Onları çok seviyorum. Seni de... Ama onlarla konuşamıyorum. Esin, ‘sağcı ne, solcu ne?’ diye soruyor. Filiz’se hala Uğur Mumcu için üzülüyor. Bunlar için suçlamıyorum onları. O kadar samimi olmamıza rağmen, bir araya geldiğimizde susmamız üzüyor beni. Seni aradıkları gün, ben de gidecektim yanlarına. Ben geldiğimde arayabilirlerdi. Olsun. Onlara sevgimi azaltmadı.

Esin, ‘Aynadaki Yalan’ı okudu. ‘Bir şey anlamadım’ dedi. O kadar ağır değildi bence. Keşke o da sevseydi. Bak, gene saçmaladım. Niye, nerkesin benim gibi düşünmesini istiyorum? Biliyorum, ben umutsuz bir vakayım.

Elime imtihandan iki gün önce geçen Türkçe Test Klübü 2-3-4 vardı ya... Onların cevaplarını yollayabilir misin? Eğer, sana lazım olacaksa, yollayabilirim. Vakit kalmayınca çözememiştim.

‘Şiirlerini yolla’ demişsin. Aslaaa... Ben bu mektubu yazarken bile ölüyorum utancımdan. Ama yazarını bilmediğim bir şairin bir şiirini yollayabilirim:

“RIHTIMDA

Bir beyaz gemiydi ayıran onları
Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda.

Kana bulanmış bıçaklar gibi
Uzun kirpikleri ıslaktı.
Adam dertli, adam darmadağın
Dokunsalar ağlayacaktı.

Adam bitkindi, adam seviyordu
Kalan kaderdi, giden gemiyse
Taş olduğu içindir dedim
Rıhtım taşları erimediyse

Derken bir düdük öttü ansızın
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla başbaşa
Rıhtımda bir adam kaldı.”

“Dokunsalar ağlayacaktı.” Ne güzel söz... İlk kim dediyse, çok iyi demiş. Benim ağlamam için dokunmalarına ihtiyacım yok. Babamın mektubu yeterli.

İlk mektup için uzun mu oldu? İnşallah vaktini ziyan etmemişimdir. Bana yazmak zorunda değilsin. Eğer yazacak olursan, bu mektuptan ayrıntılarıyla bahsetme. Annem okur diye korkuyorum.

Konya’ya gideceğim. Ablamlar izine ayrılınca, mecburen Kamile Abla’ma bekçilik yapacağım. Büyük bir ihtimalle ÖYS sonuçlarını orada öğreneceğim. Öff... 20 gün napcam ben orda?

Bu lanetli şehrin güzel olabileceği gelmezdi aklıma. Sabah namazımı kıldıktan sonra, uyku tutmamıştı. Balkona çıktım, meydana doğru baktım, her taraf pembe. Ne güzeldi. Ne kadar şanslısın. Senin güzel şeyler görmen için sabah namazını beklemene gerek yok.

‘Tatilim umduğum gibi değil’ demişsin. Canın sıkılıyorsa, atla buraya. nasıl olsa her gün otobüs var. Benim de canım sıkılmaz ve dördümüz oluruz. Seni gerçekten çok özledim. (Bir cümle karalanmış.) Benim için çok önemli olduğu için, kaleminle yazıyorum. Seni çok ama çok seviyorum. Geç arkadaş olmamıza rağmen...

Kendine iyi bak. Sen Türkiye’ye lazımsın.

                                    Allaha Emanet Ol

                                                Şerife




NOT:    1. Deden nasıl oldu?

            2. Başta adını yanlış yazdığım için özür...

            3. Gözlerin boşlukta sabit, gözlerin uzaklarda olursa, beni hatırla.

            4. Senden ayrılmak istemiyorum. Mektubu bitirmek çok zor.

Ama daha fazla yazmayacağım, tükenmez kalemin tükenecek.

           





                                                29 – Kasım
                                                --------------
                                                Cuma

Ayhan

Beyhan’la beraber gidecekmişim gibi, Ankara’ya geldim. Beyhan Datça’ya gitti. Beni de istemedi. Hepsi paketlenmiş hazır arkadaşlara da yardım eder. Peki. İki gün orda üçü günü dönerim sabah saat altıda gittim Ankara Garajı’na. Bekledim. Gelmedi. Eve telefon ettim. Bazı şeyleri almıyor otobüs. Yeniden çok lazım olacak şeyleri yeniden kutulara yerleştiriyorum. Telefonda ağlıyor. Neyse. Son cumartesi çıkmış ordan. Pazar sabahı yine saat altıda karşıladım. Geldi. Emanete verdik. Bilet alırken birşey demedi. Bana da aldık. Ben kendim verdim parasını. Sesini çıkarmadı.. Akşam son saatte bana, ‘düşün, geliyor musun, gelmiyor musun?’ O saatte sorduğuna göre, ‘gelme’ demek. Peki gelmeyim. Saat beşte bileti geri verdi. Yarım saat sonra da araba kalkacak. Böylelikle, Beyhan gitti. Ben kaldım. Eşyaların çoğu Datça’da. Satılanı satılacak. Satılmayanı şubat tatilinde, köye mi getirir, yoksa Tunceli’ye mi götürür, bilmiyorum. Ben de geri döndüm, geldim köye. Param bitene kadar otururum on güne. Bir iki gün Nurşen’e giderim. Ne kadar kalabilirim bilmem. Beyhan’dan da haber alamadım. Daha yerleşmemiştir.

Şu anda gönlüm çok hasta. Yine dayanırım. Böyle de olacakmışım. Daha gencim. Yaşayacam. Yaşamaya çalışacam.

Sevgiler Selamlar

Annen


Kardeşim Ayhan,

Mektup başlarken, şunu bildiriyim. Annem hasta. Niye hasta? Bunu da sen kendin daha iyi bilirsin. Senin bu kadar merhametsiz olduğunu hiç tahmin etmezdim. Bu kadından ne istiyorsun/ Her İstanbul’a gittiğinde, ağlıyarak döndü. Bunu iyi bilmeni istiyorum. Beyhan’dan da, benden de en çok seni seviyor. Babam da seni seviyormuş. O yüzden hepimiz seni daha çok sevdik. Halen sevmekteyiz. Yalnız sen bizi hayal kırıklığına uğrattın.

Annem hasta. Çok üzülüyor. Ona baktık sıra içim parçalanıyor, dayanamıyorum. Ona birşey olursa, senin yüzünden olacak. Bunu iyi bil ki seni o zaman seni hiç af edemem. anne sana lazım değilse, bana lazım. Bizim hepimizin ona daha çok ihtiyacımız var. Şimdiye kadar da analık babalık yaptı. Hepimizi büyüttü. Yemedi içmedi. Seni okutucam, diye neler çekti. Sen bunların hepsini inkar ediyorsun. Seninle her zaman gururlandık ama sen bizim yüzümüzü kara çıkardın. annem bize geleli, çok üzülüyorum. Gece uykum bile kaçtı.

Kendi derdimi unuttum. Erdal’işi yok. Ankara’ya gitti geldi, daha bir haber yok. Çocuklar okula gidip geliyorlar ama üstlerinde başlarında yok da onları filan unuttum. Hep seni düşünüyorum. Senin bu kadar katı olabileceğini hiç tahmin etmezdim. Hiç mi kalmamış, az da olsa anne ve kardeş sevgisi yok mu da, böyle yapıyorsun? Bizi böyle küçük düşürüyorsun. Bizi artık kimsenin yüzüne bakamıyacak hale getiriyorsun. Bu mektubu yazdığımı annem bilmiyor. Saklı yazdım. Bilmesini istemiyorum.

Ayhan az da olsa, anne sevgisi varsa, annem kriz geçirdi, bu kadar üzmeye hakkın yok. Eğer bir şey olursa senin yüzünden, bunu böyle bil. Seni o zaman hiç af etmem.

                                                Nurşen

Çok çok üzgünüm.

Belki lazım olur diye adresi yazıyorum.

                                                (Adres)


Halk Parti Başkanlığı Yüksek Makamına

                                    Dörtyol___
                                    9 – 2 - 960

Üç seneye yakın bir zamandan beri, Dörtyol Belediyesi zabıta memurluğunda ücretli olarak vazife görmekteyim. Almakta olduğum 275 lira ücretle geçindirmekte olduğum 7 nüfus aile efradımı, şu hayat pahalılığı karşısında geçindirmekte zorluk çekmekteyim. Benim de diğer memurlar gibi, asli maaşa geçmem ve mağduriyetten kurtulmam için, belediye meclis başkanlığına dilekçe yazdım. Vermek istedimse de, reddedildim. Ben de partinizin üyesiyim. Partim için her fedakarlığı yapan bir parti üyesiyim. Hakiki bir soruşturma yapılarak, mağduriyetten kurtulmam için ve asli maaşa alınmam için, delaletlerinizi bekler, saygılarımla arz ederim.

15 kuruş damga pulu + 1 kuruş tayyare pulu
üzerine imza

Adres: Belediye Zabıta Memuru
            Osman Erdoğuk


                                    Konstanz 1 Juni 1954

Herrn Hasan Kavur!  Istanbul

Bu mektubunuz, komşum, Frau Krause verdi bana. Hüseyin bir kaç ay evelsi çekmeş bu evden, ve iki defa, Konstanzda, oda, deyişdirmik den sonra, başga şehere gitmiş. Nereye gitmesi bilmiyoruz. Ne eski ev sahebena, ne de bize, Allahısmarladek demeden, ayrelde Konstanzdan. Ilk, hiç Almança bilmedigi zamanlarenda, bana Almança dersine geliyordu. Bundan başgada, ellimizden gelen, eylik, yardem, itdik bu Hüseyine, fakat çok cahil olup eyligimizi bilmedi. Cevap beklemeyin diye geri gönderiyorum metubunuz, yani, hic bir vazifem olmayıp, yalniz, terbiyelik, ve insan vazifesi yapmakcün gönderiyorum.

Biz Türk dehiliz. Koçam Alman, yalnız ben, Türkiyede, doğmuş, ve Istanbilda mektebe gidip, almança, Fransızca, ve Türkçe ögrenmişim. Uzun senelerden beri Konstanzda oturuyoruz, ve Türkceyı unutmaktayem.

Hürmet ve selamlar yollarem efendim.

Frau Fluck
(imza yok)


                                                10.01.1963

Pek Muhterem Sadri Bey ve Çolpan Hanım,

Kendim bir Kolej talebesiyim. Bir Türk sinemaseveri olarak perdedeki olgun ve eşsiz oyunlarınızı takdir eden hayranlarınızdanım. Sizin perdemiz için bir iftahar vesilesi olduğunuza bütün kalbimle inanıyorum. İşte bunun için size, mesut çiftlere, karşı çok derin bir sevgi beslemekteyim. Hatta kentimize gelen filmlerinizi kaçırmamaya çok gayret ediyorum.

Dolayısıyle kendim bir ‘artist albumu’ hazırlamış bulunuyorum. Fakat ne yazık ki bu albumumun bir sayfası sizlerin birer imzalı resimleriniz için boş duruyor. Bende içimde duyduğum sevginin cesaretiyle sizlerden imzalı birer resminizi istemek cüretinde bulundum. Sizde bu arzumu yerine getireceğinizi ümit ediyor ve sabırsızlıkla bekliyorum.

1963 yılında sonsuz saadet ve başarılar temenni ederim. Sevgi ve saygılarımla!...

                                    MUSTAFA SAAT
                                                (imza)

ADRESİM:
            Samsun Koleji – Samsun


                                    4 Ocak 1963

Sayın Bay
Sadri Alışık

Artistler içinde en beğendiğim Aktörsünüz. Sizi çok beğeniyorum. Filmlerinizi hiç kaçırmıyorum. Edirne’ye film çevirmeye geldiğinizde kendinizi gördüm. Size karşı olan sevgim bir kat daha arttı. Edirne’de sizden resminizi rica ettim. Olmadığını söylediniz.

Sizden ricam eşiniz ile birlikte bir imzalı fotoğrafınızı göndermenizi arzu ediyorum.

Mümkün olduğu kadar çabuk göndermenizi çok rica ederim.

                        Sonsuz sevgilerimle

                        Adres: Ergül Serin
                        İstasyon Lojmanı No:9
                                                EDİRNE
                                                Karaağaç


                                    9-I-1962

            Çolpan ablacığım,

Ben Kastamonu’lu bir ailenin kızıyım sizi filimlerde gördüm ve çok hoşuma gittiniz, bazen kendi kendime düşünürüm nuolurdu Çolpan İlhan gibi benim de bir ablam olsaydı ama işte herkesin her arzusu gerçekleşmezki, gerçekleşseydi bu arzuların ne kıymeti olurki ve ben sizi seyrettiğim zamanlar acaba aynı ablalık hissini duyarmıydım

Çolpan ablacığım birazda ben kendimi tanıtayımda azçok hayranınızı tanımış olasınız.

Kastamonu Kız Öğretmen okulunun son sınıfındayım. 1,65 boyunda, kahverengi gözlü ve kumralım. saçlarım sizinki gibi uzundu ama okul idaresi busene uzun saçları hep kestirdi, onun için saçlarım kısa ve 18 yaşındayım. herhalde hayranınızı biraz olsun tanımışsınızdır.

Ablacığım sizden bir resim rica ediyorum ama imzalarken ‘Ablan’ demeyi unutmayın ne olur.

                        Sevgi ve hürmetlerimle

                        (imza)

                        Beyhan Yalaz

Sanat Okulu cad.
Saraçlar mah.
            No:30
                        Kastamonu


Merhabalar

Hey dergisinde ilanınızı gördüm karşılık vermeye karar verdim Bu ilk mektubum olduğu için ne yazıcağımı bilemiyorum. Size kendimi tanıtayım biraz, ben 22 yaşlarında sarışın uzun boylu normal kiloda bir bayanım 3 kardeşin en büyük kızlarıyım Gülmeyi çok severim çok neşeliyim Seyahati etmeyi, müzik dinlemeyi kitap okumayı ve resim yapmayı severim, gazetedeki bulmacaları çözerim en sevdiyim fobim dir bunlar.

Şimdilik mektubu burada noktalamak istiyorum birbirimizi daha iyi tanıyınca daha uzun yazışma, fırsatımız olur Mektubumuma karşılık verirseniz sizi daha iyi tanımam için bir fotografınızı rica ediyorum gönderirseniz çok memnun olurum

                                                İyi günler
                                                dileyimle
                                                Hoşçakalın

Adresim
            Mahmure Akyol
9103 sok. no 3
Fidan durağı Yeşilyurt
                        İZMİR


Merhabalar

Mektubunuzu aldım inanın çok sevindim, cevabınızı hergün bekliyordum hergün ama gelmeyince ümüdimi kesmistim son anda cevapladığınız için teşekkür ederim.

Süleyman bey ben hiç istanbula gemedim ama inşallah ilerde müsait bir zamanda buraya sizi davet ederim ozaman tanışırız ve anlaşırız.

Bende daha evvel de yazdığım gibi 22 yaşındayım sarışın uzun boylu bir bayanım. 3 senelik bir evliliğim oldu geçen sene ayrıldım.

Annemin yanında kalıyorum 3 kızkardeşin en büyükleriyim. annem tekelde çalışıyor babam da dökümcüdür. Ben müziki sinemayı kitap okumayı çok severim şimdilik çalışmıyorum. sizin de başınızdan sevimsiz bir evlilik geçmiş atlattığınız için sizin adınıza sevindim, Evliliyinizden tamamen koptunuzmu yoksa ayrı mı yaşıyorsunuz bunları sorduğum için beni yanlış anlamayın çünkü bunlar birbirimizi tanımamız için gerekli.

Sizde bana istediyiniz sekilde yazıp sorabilirsiniz memnuniyetle cevaplarım. Evmizin en neşeli kızlarıyım gülmeyi çok severim. Umarım başınızı ağrıtmadım ağrıttıysam şimdiden affedin. Satırlarımı burada noktalarken en iyi günlerin sizin olmasını bilerim.

Not= Bende resim yollayacaktım fakat hazırda resmim yok bir dahakinde gönderirim.
                       
                                    Selamlar

                        İyi günler dileyimle

                                    Mahmure


Süleyman Bey

Size mektup yazamamın nedeni Beyimle barıştım size fırsatını bulup izah edicektim ama olmadı

Umarım başka bir mektup arkadaşı bulmanızı dilerim resminizi iade ediyorum İlginiz için teşekkürler Hoşkalın

                                    Mahmure


Ergani Bakırı                             9 Mart 1939
Türk Anonim Şirketi
(antet)

Sevgili Kızım Azize,

Senin sevimli mektubuna ayni suretle fransızca mukabele edebilmek, benim bu lisan üzerinde olan bilgim, hissiyatımı istediğim şekilde tarife mani olduğundan Türkçe olarak yazmağı dana muvaffık buldum.

Takriben ondört senelik bir devrei tavakkuftan sonra senin sesini işitmek benim için büyük bir zevk teşkil etmekle beraber gurbet ilinde binbir mihnet içerisinde yaşamak dediğimiz bu müşkül ciddalı yenmek için uğraştığım esnade müşfik bir sesin beni hitabı tarif edilmez sevince uğrattı, mektubunu müteaddit defalar okudum, teessürümden ağladım, sonra senin gibi bir yeğenim olduğuna çok sevindim ve yine bu sevinçle göz yaşları döktüm.

Ufak ve değersiz arzunu hemen yerine getirdim ve seni bir an evvel meraktan kurtarmak için telgraf bile çektim, bu mektubum vusul buluncaya kadar babanda duran piyanoyu almış olacağını ümit ediyorum.

Kızım mektubunda temas ettiğin ebeveyninin ayrılıkları meselesi için müsaade edersen karşı karşıya bir hasbıhal yapalım. Senin babanı methedecek değilim, validene karşı müteaddit ve muhtelif kusurları olduğunu kabulde de zerre kadar tereddüt bile etmiyorum. Yalnız şunu tebarüz ettirmek istiyorumki aralarında mahsulu ömürleri bulunan çocuklu aileler ortada mevcud kusurları onların hatırı için nazarı müsamaha ile görmek icabeder. Ebeveyninin birleşik bulunmamaları senin hayatın ve kuvvei maneviyen üzerinde pek büyük bir tesir icra etmiş olduğunu mektubunda hissettim. Bunda çok haklısın, hayatta yaşamak kolay fakat yaşatmak zordur. Binaenaleyh ana şefkati babaya nispeten pek galip geldiğinden senin validene yapacağın ricalar ümit ederim ki bir netice elder eder ve babanı affederek tekrar bir yuva kurmağı kabul eder ki bu da senin istikbalin için elzemdir. Bunun için burada rol ve vazife senindir.

Ben Agustosta İstanbula gelmeği niyet ediyorum, o zaman seninle beraber el ele verir ve anneni ikna’ etmeğe uğraşırız. Anneni ikna’ etmeğe muvaffak oldukmu mesele halledilmiş demektir. Orada kalacağım iki ay içinde bu işi halleder ve senin arzun vechile ebeveynini birleşmiş görürsek bende kendimi bihakkin bahtiyar addedecek ve müsterih olarak tekrar buraya geleceğim.

Sana şimdi buradan havadis vereyim, bakir fabrikası montajı bitti tecrübelere başladık, bugünlerde bakı sevkiyatına başlıyacağız. Feyzidaimin resmini bugünlerde çektirip sana göndereceğim. Sevimli mektubunu beklerim. Ben yengen ve Feyzi kemali hasretle gözlerinden öperiz sevgili kızım.

                                                Amcan

                                                (imza)


Hotel Anglo-Americain (antet)                                      
23.3.958
                        Londra

Sevgili Anneciğim,

Her mektupta sana selam yolluyorum ama bu sefer de sırf sana yazıyorum. gönderdiğim ilaç hoşuna gitmiş, memnun oldum. İyileşte daha güzel şeyler göndereyim, ne istersen yaz, bir şeyler almağa çalışırım. Buradaki ihtiyar kadınlar (haşa! dünyada ihtiyar yoktur (yorgun genç vardır). Hepsi cıva gibi, vallahi anne geçen gün otobüste bir seksenlik madam gördüm. Yüzüne en az yarım kilo boya sürmüştü. Hepsi öyle... İhtiyar ingiliz hanımlar şöyle diyorlarmış:

-          Efendim gençler ne diye boyanıyor, onlar zaten genç, ihtiyaçları yok ki!... Asıl bizim ihtiyacımız var...

Vallaha doğru buldum, sana yakında Elizabeth Arden kremi göndereceğim. Ben gelinceye kadar en az on yaş gençleşmelisin. Burada Picadelly diye meşhur bir cadde var, vitrinleri seyrederken baktım içerde yaşlıca yani 75-80 lik bir kadın var, küpe alıyordu. Yarım saat sonra yine geçtim, ne göreyim, aynı kadın, hala küpe provası yapmıyor mu?... Haspaya da yakışıyor.

Bizim hanımlar o yaşlarda şekerle, tansiyonla uğraşırken buradaki yetmişlik tazeler süs, boya, küpe peşinde !... Sen de süslen anneciğim, söyle buradan göndereceğim, canın sağ olsun.

Bana gelince; Burada okula girip yeniden talebe oldum. Yakında babamın dediği doktordan olacağım... İstanbulda, Fransada bülbül burada da bülbülüm amma (dut yemiş bülbül), sokağa çıkmıyor muyum, facia başlıyor, kuşdili görüşüyorum. Burası soğuk olduğundan, yeni, safi yün çamaşırlar aldım. Londraya geldim ilk işim çuval kalınlığında iki çift yün çorap almak oldu. Atlet, kuşak, yün çamaşırı, gömlek, süeter, ceket, palto giyinmem yarım saat sürüyor. Hamdolsun sıhhatim iyileşti. Buraya gelince ismim unutulacak sandım. Halbuki daha çok meşhur olmağa başladım. Cumhuriyette sık sık ismim hatta resmim çıkıyor (19 Martta çıktı), Londradaki 8 bin Türk bir hamlede beni tanıdı, İngilizlerdende ahbaplarım oluyor, Holandada, Lüksemburgda, Pariste ahbaplar, tanıdıklar edindim. Artık Avrupai bir isim olmak yolundayım, ah şu İngilizceyi bir söksem, yokmu cam çerçeve bırakmayacağım. oraya gelince seninle bir 66 partisi çevireceğim: Refika sıfır!... Ellerinden hasretle öper, mektubunu beklerim. Sevgili anneciğim. Duanı eksik etme.

Not: İhsan Beye gönderdiğim mektubu iste ve okut.

Aslan Tufan


Hotel Anglo-Americain (antet)                                      
23.Mart.958
                        Londra

Kardeşim Meral,

Kimseyi ve hiç bir şeyi tanımadan, işte sözünü dinledim, uçtum. Sana Londradan yazmak ne kadar hoş!... İnşaallah sen de hocanla beraber buraya bir gezi yapmak fırsatını bulursunuz. Daha fazlasını temenni etmek için vakit bir az erken... Burada her gün yeni yeni kelimeler, görgüler ediniyorum (Britanya aslanı) adlı kitabımın ilk intıbaları teşekkül etmeğe başladı... Bu arada (Benelux) adiyle yazmağı evvelce tasarladığım kitabın da bir kısım malumatı maç dolayısıyle teşekkül etti. Allah hemen yazmak için vakit ihsan eyleye... Londra kadınlar için vitrin cenneti.. 150 adet İstiklal Caddesi var.. İki ay dolaşsan vitrinlere doyamazsın. Ne yok o vitrinlerde? Ne ise.. İnşaallah görürsün !. Cumhuriyetteki neşriyatın intıbalarını yaz!. Kültür ateşeliğindeki arkadaşı gördüm. Bana okul tavsiye etti. Çok selamı var. Başka bir yardımı dokunacağa pek benzemiyor. Viktoria College’in kurslarına yazıldım, amma iki gün devam etmeden, Avrupa seyahati çıktı. o da lazım. Yarın tekrar okula başlıyorum. ingilizceyi hiç olmazsa biraz öğrendikten sonra gelmem lazımmış!.. Şimdi burada 3 aylık bir cehennem sükutu bana zor geliyor. Sıhhatin nasıl, sana küpe gönderdim: Paristen aldım: Le Printemps mağazasından. Bana mufassal bir mektup yaz, bizimkilerden de bahset.. Gözlerinden öperim kardeşim.

Aslan Tufan


GÜNCE

                                                       22.12.84

Beni akşam Kemal getirdi. Konuştuk hep güzel şeylerden. Sevgiden. Duygulardan.

Senin yanında kendimi çok rahat hissediyorum. Şu anda aklımdan ne geçiyorsa hepsini söyleyebiliyorum.

Herşey güzeldi. Mutluluğun bir an sürmeyip devam ettiği günler ne hoş.

Daha bende bilmiyorum, seviyormuyum. Hoşlanıyorum evet ama seviyormuyum yahut sevebilecekmiyim.

Eğer karşılık görmezse sevmeyecekmi.  Onun sevisi bende sevgi oluşturabilirmi.

Zaman gösterecek. Yalnız bir şey var. Onu görünce içimi sıcaklık, heyecan kaplamıyor. Başka şeyler duyuyorum. Belkide böylesi daha iyi. Öbür türlü ben, ben olmaktan çıkıyordum ya. İyiki böyle. Yoksa öbür türlü şaşkının teki oluverirdim milletin içinde.

·        

                                                       23.12.84

Aramızda herşey o kadar temiz, o kadar açıkki.

Onu bu akşam daha çok seviyorum. Her geçen gün daha çok seveceğim.

İçindekileri söyleyebiliyor, bende ona.

·        

                                                        29.4.85

Defterim yok oluyor, herşey yok oluyor.

Bir sürü güzel meyva yedim. Artık ağzıma çürük tatları geliyor. Bitiyor defter. Eriyor. Ne sevgi ne insanlık kalıyor. Gerçekleri görmek, gördüm belkide ama öyle arka plana attım ki onları. Sonunda önümde yığıldılar yığım yığım. Ve öyle bir anda öyle sevgisiz, öyle isteksiz, umutsuz ki her şeyimi götürdüler pisliklerin arasında.

·        

                                           18. Ağustos 1986

Sadece gerçekleri istiyordum.

Yaşamım boyunca gerçekleri istemiştim.

İstedikleri kadar vurucu olsunlar. Yine de onları istedim.

Çevremdekiler her zaman kaçındılar bundan.

Sözlerinde, soluk alışlarında bile duydum.

(İki göğüs bir vajina: Resim)

Varmış.

Bilmiyorum.

Hiçbirşey bilmiyorum.


Fuat göndermiş olduğun                                     11/7/1954
mektubunu aldim geç oldu zarar yoktur yine beni düşündünüz benim için sorarsaniz iyiyim annem için sorarsan ayin 30da amiliyat olmuş amiliyattan kurtulmuş çok şükur şimdık ise yamak için uğraşiyoruz yemek istemiyor biraz zayif kaldi hastaneden daha çikmadi yazıyorum ki sende hasta idın sanada geçmiş olsun Fuat küçük eve haftada kaç gün kaç gece kaliyorsun yalnız bunu anliyamadim küçük eve gece küşmu geldi ondan mi hastalandin yoksada ankaraya gittinde oranin havasimi sana yaramadi seyahatın havasimi sana yaramadi seyahatın havasini sana yaradi onun için ankaraya gittiğin zaman sana dokundu senin düşüneceğin başka bir şeyin yoktur ailen ve çocuklarin ağlimiyorlar kendini düşüne bilirsin benim için düşünme ben senden hiç bir şey istiyemiyorum yalniz sihhatini annen nasildir iyimidir ellerinden öperim hasret ile gözlerinden
Öperim
(imza)
Suzan




                                                Galatasaray Lisesi 12/Ed. A
                                                3. Ders

Sevgili Ayşe,

Acaba sana Ayşeciğim de diyebilir miyim diye de düşündüm!?! Aslında bu konuda biraz karışık aklım. Geçen gün bana anlattığın 420>20 formülünü anladım da... Demek bizim taraflarda asit 420 iken sizde 20! Yani ayıp olmuyor mu biraz? İyi, iyi... Bize demek nefes almak ta çok! Arabesk olduk galiba! Ton değiştirelim.

Aslında sana yazmak istediğim tam bu da değildi. Sizde, Zekeriyaköy’de kalırken geçirdiğimiz zamanı hatırlıyorum hep. Sizin konaktan çıkıp yaptığımız uzun yürüyüşleri... Annenlerle beraber yemekli sohbetler. Baban da çok şey. İyi yani. Allah’tan ben de II. Dünya savaşıyla ilgili bir şeyler okumuştum da fransız kalmadım anlattıklarına.. Ne kütüphane be! Kendisi de ayaklısı anlaşılan! Haa! gene unutuyordum. Çok mutlu oldum seninle, Zekeriyaköy’de. Divan’da Cafe Glace’de içirdiğim için sana, tam seviniyordum, üstüne devirdim bardağı. Sol yanağım hala kıpkırmızı utançtan! Pardon. Arkadaşların da çok şeker. Bi o, İlhan’dı değil mi? Biraz yabani galiba.

Neyse bi daha geldiğimde, sizin bahçe benim arazi dediğim yerde oturur konuşuruz. Kaplumbağa’mı da getiricem. Bir hafta tur atsın. Bir de yakında ehliyetimi alıyorum. Garajda 2 büyüğün arasına sıkışan bir otomobilim olsun diyorum. Şimdi zil çalacak. Tekrar yazarım sana.

Mektuplaşma, e-mail’den keyifli bir şey gibi...

Sevgili Ayşeciğim!

Faruk


DİPNOTLAR

1.            İstanbul Beyoğlu Aslı Han kitapçılarındaki bir üniversite hazırlık kitabının içinden Temmuz 2003’te çıktı. Gönderenin, yani asıl yazanın adı yok. Mektup postalanmamış. Tarih belli değil. İmla hataları azdı ki bu asıl yazanın en az lise eğitimli olmasını gösterir. O nedenle korunmadı. Kriminal kadronun kişi adları, bir roman yazarının seçeceği türden. Çamaşırhanenin nerede olduğu belirsiz. Ortak etnik köken yok sanırım.

2.            Doktor tarih koymamış ama ardından gelen ve birlikte bulunan ikinci mektupta tarih var.  1991’de Barbaros Bulvarı’ndaki Sait Çiftçi Hastanesi’nin arkasında o zamanlar olan hurdacıda bulundu. Mektupların asılları yitirildiği için, adres ve tam ad artık bilinmiyor. Yakın bölge olduğu için Nişantaşı tahmin edilir, çünkü orada çok sayıda psikiyatrist muayenehanesi var.

3.            Hastanın, mektubu doktorun talebiyle yazdığı kesin. Mektuplar, İstanbul’daki doktorun diğer birçok ıvır zıvırıyla birlikte, hurda kağıt olarak atılmış veya satılmış. Satılma şöyle gerçekleşiyor: Kapıcılar, özellikle artık beyaz kağıdı biriktirip, hurdacılara satıyorlar. Bir binadan ayda bir kaç ton artık çıkabilir ve bu çok yüz dolar ek gelir demek olur.

4.            Metin, 1990’da Kuruçeşme’de yukarı çıkan ilk yolun ağzına yakın konumdaki, yıkık kilisenin yanında, o zaman var olan ve sonradan kaldırılan hurdacıda bulundu. Ya lise mezunu, ya üniversite öğrencisi birinin kitapları arasındaydı. Yani, yaşı yirmiden küçük bir ‘teenager’ sözkonusu. Ne günce, ne mektup sayılabilir bu metin. Bir defterden koparılmış, renkli bir kağıt parçasına yazılıvermiş. Başlığı ben uydurdum. Aslında başlık yok. İmla hataları korunmadı. Tarihi belli değil ama 1990-1995 arasında yazılmış olsa gerek. Metnin yanısıra, yazan kızın fotoğrafı ve Levent adresli bir zarf da vardı. Bu da üst-üst gelir grubu demek. Yakınılan değer yargıları burjuvalarınki zaten...

5.            Günce, tanıdığım birinin metni. Bana kendisi doğrudan verdi. Üniversite mezunu. Metin yazıldığında öğrenciydi. Kadın.
6.            Günce, o sırada üniversite öğrencisi olan birisi tarafından, 1990’da Hindistan’da yazılmış. Tanıdığım biriydi. Metni kendisi bana vermişti. Kadın.

7.            Metnin aslı, kilitli bir deftere yazılıydı. Defter ilkokul çocuklarına alınan renkli ve küçük boy türündendi. Sayfaları da renkliydi. Yazdıranın okuma bilmemesi gerek, çünkü farklı elyazıları vardı, yani farklı zamanlarda ve farklı kişilerce yazılmıştı.

8.            1993’te bulundu. Hurdacı anımsanmıyor. Bir kitap içinden çıkmış da olabilir. Vurulmaktan söz ediyorsa, Dev-Yol’cu olabilir. O yıllarda PKK, yurtdışında uyuşturucu pazarını kapmak için onları katlediyordu. Eğitimli biri olmalı. Yazım hatası yok.

9.            Yazım hataları özellikle korundu. Bir Rum azınlık. Anlatıdaki titreklik çok gözüme battı. Toplama kampına gitmekte olan bir Musevi üslubu gibi... Metin 1993 civarında elime geçti. 1970 tarihli bir zarfta olduğunu anımsıyorum. Yazıldığı yer Yunanistan’da bir yerler olmalı. Alıcı İstanbul’da. Dili yalnızca Rumca’ya kaymıyor, Kafkasya dillerinden birini anımsatıyor, belki Karadeniz-Kafkasya Rum’larındandır. Yazanın Türkiye vatandaşı olduğu kesin.

10.        Mektuplar iki levazım asteğmen arasında yazılmış. Biri Çanakkale’de, biri Ankara’da imiş. İkisinin eğitim dönemi arkadaşı olması gerek. Levazım birliği, İstanbul Kağıthane’de idi. Mektubu yazanın, ailesinin Ankara’da olması gerek ki arkadaşının onlara uğramasını istemiş. 1973’te savaş yoktu. Bir ailenin yedeksubay oğlundan haber almayınca bu denli telaşlanması abartılı. Yedeksubay olabilmek için üniversite bitirmek gerek ama mektubun dil gelişmişliği, ortaokul mezunu düzeyinde. Bu da, iki lümpen kişi sözkonusu demek. Devamındaki bir mektupta yazılan kişi, böbrek hastası olup, içkiyi bırakmak zorunda kalıyor. Bir de geçmiş olsun telgrafı var. Yaşları 22-30 arasında olsa gerek. Hepsi, Ağustos 2003’te birarada bir kitap içinden çıktı.

11.        Mektup daktiloyla arzuhalciye yazdırılmış gibi. Noktalama imleri yok. Şive koyu. Her ikisi birarada zor olur. Bölge Karadeniz olmasına karşın, ağız değil.
12.        Metin 1993 civarında elime ulaştı. Yine bir kitabın içinden çıktı ama hangi hurdacıdan aldım anımsamıyorum. Sanırım bir deli karalamış. Elyazısı işlek.

13.        Metnin üç kişi elinden çıktığı söylendi. Bir uyuşturucu deneyimi sırasında 1992’de yazılmış. Elime de, yazanlardan biri tarafından verilerek, 1992 yılında ulaştı. 20’li yaşlarındalar. 2 erkek, 1 kadın. Küçük bir hezeyan ve sanrı nöbeti olduğu söylenebilir.

14.        Şiir, sıyırmaya henüz hafiften hafiften başlamış birinin duygu kokusunu veriyor. Yaş ele vermiyor. Elyazısı bir kadınınki olmaya daha yakın havada. Yazım hataları en klasiklerinden. Biraz absürdite var. İstanbul’un kışı kimi çok uzun sürer ve insanı çok yorar. İnsanların gündelik tekdüzelikleri içinde, örneğin buradaki gibi, banliyö treni bekleyişlerinde birşeyler karaladıklarını çok görmüşümdür. Bu örneği onun için seçtim. Bir de şiir olduğundan dolayı...

15.        İlhan Selçuk, çok yıldır Cumhuriyet gazetesi yazarı. Metinde hitap edilenin o olup olmadığı anlaşılmıyor. Mektup zarfsız olarak elime geçti. Ortaköy’deki bir hurdacıda buldum. Yıl 1991’di. Yazan kadın, tam anlamıyla balatayı sıyırtmış. 16 yaşında çocuğu olması için, mektup yazıldığı tarihte orta yaşta olmalı. Eğitimli birine benziyor ve yazarlığa eğilimi var. ‘Leit-motif’ gibi bir kaç temayı birarada baştan sona götürebilmiş. Toplumsal konulara ilgisi, tümüyle bireysel sorunlarından ileri geliyor. Metin, yabancı, muhtemelen ‘A-Almanca’ klavyeyle yazılmış. ‘ç’, ‘ı’, ‘ğ’ ve ‘ş’ yok (ve bunlar elle düzeltilmiş) ama ‘ü’ ve ‘ö’ var. Elle düzeltilmemiş az sayıda hata yerinde bırakıldı. ‘Bilgisayar’a 1984’te ‘kompyütür’ demesi tuhaf. Gölün simge olup olmadığı belirsiz kalıyor ama ördekler daha çok simge kalıyor.

16.        Mektup bir çok negatif ve bir kaç basılmış renkli fotoğraf ile çıktı. Kimin hangisi olduğu anlaşılmıyor. Aynı kişiye farklı kişilerce yazılmış, 5-6 mektup daha var. Bunlar birarada üniversite hazırlık kursu için buluşmuş olmalılar. Şeriatçıların da aynı türden kursları var. Mektup yazılan kişi, bir merkezi otorite konumunda, genç bir matriyark. Bu işin mertebeleri olduğunu biliyorum ama adlarını bilmiyorum. Mektuplar, 2000 yılı  civarında Armutlu / Fatih Sultan Mehmet Mahallesi’ndeki bir hurdacıdan çıktı.

17.        Bir aile dramı. Mektup yazılan kişi bir öğretmen. İstanbul’da çalışıyor. Kızkardeşinden ve annesinden gelen mektuplar aynı zarfta. Kızkardeşi Konya’dan yazmış. Mektup yazılan kişi, mektubun arkasına sonradan 5 Aralık 1985 tarihi düşmüş. Aile Tatar kökenli. Öğretmen tatar türküleri de derlemiş. Mektupların yanında onlar da vardı. Evrak, 1988’de Ortaköy’deki bir hurdacıdan çıktı. Mektup yazılanın semti Beşiktaş.

18.        Metin arzuhalciye yazdırılmış gibi: Elyazısı ile ama çok okunaklı. Mektup Dörtyol belediye meclis üyeliği yapmış birinin terekesi içinden 2002’de çıktı. Bana gelişi üçüncü el olduğu için, hangi hurdacıdan geldiğini bilmiyorum. Bazı metinler, biçim olarak dilekçe-mektup arasında kalıyor. Bunu bir örnek olarak koydum.

19.        Mektup yazan kişi, Osmanlı döneminde İstanbul’da doğmuş ve yaşamış; yani, Arap Alfabesi’nin kullanıldığı zamanda, örneğin ‘ı’ yerine ‘e’ kullanılmış... Konstanz bir İsviçre kenti. Çok dillilik olağan. Hanımın ilk adı yok ne yazık ki. Bu da, onun izini İstanbul’daki yabancı dil öğretim yapan okullardan sürmemize engel oluyor. Mektupta sözü edilen kişinin yurtdışına çalışmaya giden ve izi yiten bir kişi olması büyük olasılık. Örnek: Koskoca yazar Fakir Baykurt kendi öz kardeşinin izini, her ikisi de Almanya’dayken yıllarca yitirmiş.

20.        1960’lı yıllar Türk sinemasının dünya sinemasında zirveye oturduğu dönem; hem star sistemi olarak, hem ‘Susuz Yaz’ gibi ödüllü filmler olarak... Sözü geçen oyuncu karıkoca da zirvedeydi. Mektuplar bana on çuval, yani binlercesi arasında elenerek, 2002’de üçüncü elden ulaştı. Bir not: Haberleri yoktur diye, hala sağ olan Çolpan İlhan’a ve oğul Kerem Alışık’a konu iletildi. Mektuplarla ilgilenmediler, demek ki bilerek atılmışlar. Yazım hataları korundu.

21.        Benjamin sağ olmalıydı ve bu üç metni görmeliydi. Gündelik yaşamın kültürolojisi kuramlarına bu denli uygun bir metin olamaz. Zaman mekan uygun. Konu-öğe uygun. Ortam uygun. Akış-süreç uygun. Sonuç tam melokomik, upuygun. Bugun ‘rumuz Goncagül’lerin yerini ‘chat’ ‘nickname’leri aldı ama sonuç yine aynı: Yalanlar. Hitler hesabı: En büyük yalanı söyleyen kazanır. Yazım hataları korundu. ‘hobimdir’in ‘fobim dir’ olarak yazılması evlere şenlik... Merak ettiğim şey, bu mektupları kızın ailesi gördü mü, görseydi ne yapardı acaba? Herhalde kan çıkardı.

22.        Mektup daktilo ile yazılmış. Zarfı yoktu. İmza okunmuyor. Yalnız, bir araştırma ile o yılda o kurumun başında kim vardı bulunabilir, bunu belirtmek gerekli. Metinde pek yazım hatası yok. Dil çok Osmanlıca ki Osmanlı döneminden gelen biri için olağandır. Kızın Fransızca yazması tam bir züppelik. Herhalde Dame de Sion ya da Saint Pulcherie mezunu. Öyle anlaşılmasa da, kızın onlu değil, yirmili yaşlarında olduğunu düşündüm. Şımartılmış olarak büyütüldüğü belli. Yıllardır görmediği amcasını, tamamen kişisel bir nedenle arıyor. Zor bir şey istemekten çekinmiyor.

23.        Bir yazar için çok fazla yazım hatası var. Bir yazar için çok kötü bir elyazısı var. Bir yazar için çok lümpen bir üslubu var. Üçüncü ve buraya alınmayan mektubun Arap Alfabesi ile olması, gizli birşeyler yazdığı kanısını uyandırıyor. Yaşı itibarıyla, eski yazıyı bilmiş olması için, mektup yazıldığı tarihte kırklı veya ellili yaşlarında olması gerek. Mektubun elime ulaşma tarihi ve biçimi anımsanmıyor ama 1998 ertesi olsa gerek, çünkü koleksiyonumu bir kez yitirdim ve yitirmediklerim o tarihe kadar daktiloya çektiklerimdi. Bu daktilo edilmemişti.

24.        Gördüm ama böylesini hiç görmedim. Tam bir sıradanlık. Hiç bir özel olay yok. Dış dünyadan eve hiç bir şey sızmıyor. Tam bir düzen-sistem (ev) kadını aday adayı. Mektuplar bana bir çok fotoğraf albümüyle birlikte 1990 civarında geldi. Ortaköy’deki bir hurdacıdan aldım. Kadın daha sonraları yurtdışına da gitmiş. Bir azınlık. İstanbul’a yerleşmiş, onu biliyorum, çünkü fotoğrafları var. Evrakı elde ettikten sonra, aradan çok yıl geçtikten sonra bile, elimde hala okul arkadaşlarını ona hediye ettiği ‘5x9’ santimetrelik, ona ithaflı, vesikalık fotoğraflar var. Günce, iki okul defteri. Dolmakalemle yazılmış. Çok zor okunan bir elyazısı var. Toplamda en az 300 sayfa var.
25.        Bir gençkız. Günce tutmuş. Bana 1995’te geldi. Armutlu’daki bir hurdacıdan aldım. Metinlerin özelliği, 100 küsur sayfa aşktan meşkten söz edip, ancak son sayfada seksi tanımış olması. Son güncede kendi çizimi bir resim var: İki göğüs ve bir apış arası. Altyazı: “Bunlar da varmış.” 1964-1967 doğumlu olmalı. Güncenin yazıldığı tarihlerde tiyatro kursuna gitmesi için o yaşlar uygun. Sanatçı camiasında sık yaşanan dekadans-dejenerasyon, onu yıpratmışa benziyor. Günce, 1984-1986 yılları arasında üç yıla yakın sürüyor. Elyazısı, zaman içinde değişim gösteriyor ve çoğunluk okunaksız. Defter kare biçiminde. ‘Sevgili günlük’ üslubu var. Deftere yapıştırılan bir iki belgeden yazanın kim olduğu anlaşılıyor. Kimlik bilerek saklandı.

26.        30-40 parçadan oluşan bir aşk mektupları dizisinden bir örnek. Aşk, sonunda kadının intihar etmiş gibi yapmasıyla ama yapmamasıyla bitiyor. Erkeğin adı azınlık değil ama kadının adı azınlık. Yaşları 40 veya daha üstü. Erkek evli. Kadın bekar, boşanmış veya dul. Kadın erkeğin metresi. Kadın mektuplar boyunca erkeğin kendine zaman ayırmamasından yakınıyor. Ayrıca bir biçimde tanışık olduklarından dolayı, gündelik yaşam içinde karşı karşıya da geliyorlar.

27.        Mektup e-mail’den söz ettiğine göre 2000 civarında yazılmış olmalı. Geçmişle gelecek arasında, konakla bilgisayar arasında boşlukta kalmış. Yazan 17-18 yaşında olmalı. Pekala Filiz Akın’la Ediz Hun arasındaki bir yazışma olabilirdi.



GENEL SAPTAMALAR

Bir: Metinlerin elden çıkarılması için, anlamlı-belirgin bir süre geçmişliği yok..

İki: Metinlerin gazete ve kırtasiye türü kağıtlarla birlikte atılması, onların çöp kabul edildiğini ve artık unutulmak istendiğini düşündürtüyor.

Üç: Metin yazarlarının metinlerinin atıldığından haberleri bile olmayabilir, yani başkası atmış olabilir. Bu işi genelde anneler ve eşler yapar.

Dört: Metinlerin yazıldığı kişilerin onların varlığını unutmuş olması olasıdır.

Beş: Metin yazarı olarak ayrallar özellikle seçildi. Normallerin mektubu için bir örnek yeter. Örnekse: Bir ailenin 1960’larda ABD’de okuyan oğluna yazdığı 500 sayfa mektup vardı. Her mektubun ilk 2 sayfası neredeyse satır satır aynıydı.

Altı: Normallerde, en çok asker mektubu elime geçmiş. Yine, hepsi birbirine çok benziyor. Ne yazık ki koruyamadığım bir örnek var: Güneydoğu’da pusu timinde savaşmış, onu anlatıyordu. Mektubu elime geçtikten bir ay sonra, aynı semtte bir dükkanın kapısında aynı soyadı ve ‘cenaze nedeniyle kapalıdır’ ilanı vardı. 1990’larda bu konu tabuydu. Sonradan konuyla ilgili çok kitap çıktı.

Yedi: El yazıları, Türkiye’de her on yılda bir tip değiştiregelmiş. Ancak, her dönem için birden çok alttür olduğunun belirtilmesi gerek.

Sekiz: Arapça ve Farsça kullanımı, yirmi yıllık dilimler ardınca, çok açık bir biçimde düşmüş.

Dokuz: Zaman dilimi olarak her on yıl için uygun sayıda örnek seçilmeye çabalandı.

On: ‘İstanbul Mektupları’ başlığı, metinlerin hepsinin İstanbul’da bulunmuş olmasından, yani sahiplerinin İstanbullu  / o an İstanbul’da olmasından; mektup ise, sıradan insanların metinlerini simgeleyecek birinci yazı/n türü olduğundan dolayıdır. Aslına bakılırsa, benim yazdığım ve bana yazılan tüm mektuplar da bu başlıkla yayınlanabilir.



SONSÖZ

·       Çalışma benim için büyük keyif oldu. Mektupları kendim yazmış kadar zevk aldım.

·       En az beş, en çok on benzeri çalışma daha tamamlamış olarak ölürüm. Zaten, bir ikincisi için yeterli malzeme, şu an için bile elimde var.

·       Başkalarının da aynı çalışmaları yapmasında yarar var. Ne de olsa, benim seçimlerim öznel ve kişilik yapımı yansıtıyor: Ayrallara ağırlık vermek gibi...

·       Zaman açısından, önümüzdeki her 5-10 yıllık dönem için bir kitap koyuyorum. Burada dikkat edilirse, 75 yıl öncesine kadar geri gidebilen bir zamansal perspektif vardı. Sonraki derlemelerde, henüz yaşanmamış gelecek dönemler de içerilecek ve daha güncel derlemeler olabilecek.

·       Tür olarak, ‘günce-mektup’ dışına da çıkılabilir ama bunların birinci tekil kişi kipi içermesi, doğrudan anlatı ve dürüstlük açısından, ekinbilimcilere çok kolaylık sağlıyor.

·       Bu açıdan, eğer doğrudan alıntılanmamışsa, roman ve öykü yazarlarının, nasıl olup da, günce ve mektup kurgulayabildiği ya da anlatı olarak buna nasıl güvenebildiği, benim için anlaşılmaz bir konu olarak kalıyor. Örneğin, ‘Mektup Aşkları’nda Leyla Erbil doğrudan kendisine gelen mektuplardan yararlanır. Ancak, Yusuf Atılgan ‘Aylak Adam’daki mektuplar için kaynak kullanmış mı belirsiz.

·       Malzeme artışı, bu kitapta referans alınan anlamküreyi epeyi farklı alanlara taşıyabilir. Türkiye’nin gündelik yaşam kültürolojisi henüz bilinmeyen ve belgesiz bir alan.

·       Ya ben aktarma (öznel tranference) yapıyorum, ya da gerçekten bu mektuplarda biten bir cumhuriyetin gölgeleri var, çünkü Osmanlı döneminin szonundaki bazı eserlerde de aynı hava var.

·       Daktilo yazmayı hala sevmiyorum. Mektupları temize çekmek epeyi çile oldu.

·       Mektupnameyi yazarken diğer konularda yazma hızım yavaşladı.

·       ‘Önsöz’, ‘Dipnotlar’, ‘Genel Saptamalar’ ve ‘Sonsöz’, metinlerle eşlenik bir değer kazandı.

(Aralık 2003)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder